13 Temmuz 2017 Perşembe

Salyangoz Kapaklı Saat

Çocukken kapağı salyangoz şeklinde, içi karanlıkta fosforlu ışık saçan bir kol saatim vardı. Ablam almıştı. Saatimi o kadar çok seviyordum ki kapağı bozulur diye saate bakmaya çekinirdim. O sıralar benim tek mutluluk kaynağım o saatti.

Bir gün annemle memlekete gittik. Teyzemlerde kalıyoruz. Kuzenim saatimi çok beğendi. Ben o zamanlar ilkokula gidiyorum, 7-8 yaşlarında bir şeyim. Kuzenim de benden iki yaş küçük. 5-6 yaşlarında bir şey. İkimiz de çocuğuz yani. O diyor saati ben takacam, ben diyorum saat benim ben takacam, çocuk aklımızla kavga edip ağlıyoruz. Sonra büyükler bir orta yol buldu, biz orda kaldığımız sürece saati kuzenim takacak. Gönlüm razı olmasa da peki dedim. Ankara’ya dönmeden önceki gece annem bana “Kuzenin saatini çok beğendi, o senden küçük, üzülür, saatini giderken ona verelim. Hem ablan sana yenisini alır” dedi. 

Saatimi vermek istemiyordum. Yenisini de istemiyordum. Ablam zaten yeni almıştı. Daha saatime doyamamıştım. O gece, yorganın altında saatimin kapağını açıp fosforlu ışığına baka baka sabaha kadar ağlamıştım. Sabah olduğunda, otogara gitmeden önce ben salyangoz kapaklı saatimi kuzenime vermiştim ve annemle evimize dönmüştük.

O saati kuzenime verdikten sonra yol boyu ne düşündüm, ablam bana yeni bir saat aldı mı hiç birini hatırlamıyorum. Tek hatırladığım çocuk kalbimin o saati bırakırken yaşadığı acı. Ve üzerinden seneler geçmiş, ben o acıyı bambaşka bir duygu ve bakış açısıyla hatırlıyorum.

Bu nerden geldi aklıma? Bu sabah sosyal medyada bisiklet ile ilgili bir paylaşımı gördüğümde. Paylaşmak ile ilgili bir yazıydı. Sonu başka bir yere bağlanmıştı ama benim aklıma bu anı geldi.
                                              ♥
Anne olduktan sonra annemi ve çocukluğumu daha sorgular oldum. Annemin yaptığı hataları kendi çocuğuma yapmamalıyım, kendi çocukluğumda yaşadığım üzüntüleri çocuğuma yaşatmamalıyım moduna geçtim. Annem o zamanlar iyi niyetle ve yiğeninin üzülmemesi için, belki de teyzeme mahçup olmamak için benden saatimi vermemi istemişti ama diğer üzülenin kendi çocuğu olduğunu fark edememişti. Belki de o saati vermeseydim, kuzenimin de çocukluk anılarında çok beğendiği bir saatin arkasından hüzünle el sallamak kalacaktı.

Çocukken yaşadığımız ve içimizi acıtan ne varsa günün birinde öyle ya da böyle karşımıza çıkıyor. Ve çocuk hayatımızda bize ne ekiliyorsa, yetişkin hayatımızda onları kendimiz biçiyoruz.

Bundan bir sene öncesine kadar kızımı çocuk parkına götürdüğümde salıncakta sallanırken başka bir çocuk salıncağın yanına gelip beklediğinde, büyük bir mahcubiyetle çocuğumu salıncaktan indirip diğer çocuğun sallanmasını sağlardım. Ya da “Hadi biraz da kardeş binsin” diye sallanmanın en keyifli yerinde çocuğumun sevincini yarıda bırakırdım.


Artık yapmıyorum. Çocuğumu, salıncaktan ne zaman inmek isterse o zaman indiriyorum. Salıncağın başında bekleyip hadi indir artık diye taciz bakışları atıp söylenen yetişkinlere gereken cevabı üslubumla veriyorum. Kendisi isterse iner, sizin çocuğunuz da bu sürede kaydırağa ya da diğer oyuncaklara binebilir diyorum.

Başlarda bana bile çok itici geliyordu bu davranışım. Bencillik olarak bile algıladığım olmuştu. Ama artık çocuğumun keyif aldığı bir şeyi başkalarının bölmesine izin vermiyorum.

Çocuğuma, salıncak doluysa ya beklemesini ya da parktaki başka oyuncaklarla oynamasını teklif ediyorum. Salıncakta sallanma mutluluğuna kendisini kitleyip, kaydıraktan kayma mutluluğunu kaçırmamayı fark etmesini sağlıyorum. Ve en önemlisi şunu öğrenmesini istiyorum. Hayat her zaman seni mutlu edecek şeyleri, senin istediğin an önüne sermez, o olmadıysa başka mutluluk kaynakları bulmalısın kendine. Ve bunu yaparken de biraz acele etmelisin. Yoksa mutsuzluğun ağına takılıp, birilerinin seni gelip oradan çıkarmasını beklersin. Ki o da acı verici bir bekleyiş olur. Tercih senin.

Parka gittiğimizde annemi de uyarıyorum. Kızımdan daha büyük yaşta sallanan çocukların yanına gidip “Hadi sen in de kardeş sallansın” demesini istemiyorum. Salıncakta sallanmak her çocuğun hakkı ama ne zaman ineceğine mümkünse salıncakta sallanan karar versin diyorum. Hem zaten bir çocuğun salıncakta sallanma süresi ne kadar olabilir ki? Hayatta beklediklerimizle kıyaslarsak 5 dakika o kadar da uzun olmasa gerek. Bizimki de o sürede kendisini mutlu edecek başka bir yol bulsun.


Artık asıl bencilliğin başkasının mutluluğunu bölüp kendi mutluluğunu istemek olduğunu düşünüyorum. “Hadi senin çocuğun salıncaktan insin de benim çocuğum binsin” diyen yetişkinin bu davranışını başkalarının haklarına, tercihlerine, mutluluklarına saygı duymamak olarak görüyorum.

Sen in kardeş binsin dediğimiz çocuklarımız büyüdüklerinde paylaşım pıtırcığı olmayacaklar. Yeri gelecek mutluluğunu gizleyecek, çünkü onu da almak isteyebilirler. Yeri gelecek mutsuzluğunu gizleyecek, çünkü o mutsuzluğa bakıp, birazını da bana ver diyenler olmayabilir.

O yüzden oradan bakınca bencilce görünebilen ama içten bakınca kendi haklarına ve başkalarının haklarına saygılı insan olarak yetişmek ya da öyle insanların yetişmesine katkıda bulunmak en güzeli bence.



Salyangoz kapaklı saatimi kuzenime kendi rızam ile vermiştim. Vermeseydim kimse bana kızmayacaktı. Ama belki de o yaştaki bir çocuğa annesinin yüklemiş olduğu “paylaşmalısın, yoksa karşındaki üzülür” baskısı baskın çıkmıştı. Vermezsem kuzenim üzülecekti. Ve ben aslında orda saatimi paylaşmadım, kapağını çok sevdiğim ve karanlıkta fosforlu ışık saçan saatimden vazgeçtim.
                                              ♥
Paylaşmak ne derin bir kavrammış meğer. Ve içinden gelerek yapıldığında nasıl da anlam kazanıyormuş. Cebindeki 50 Liranın 45 Lirasını ihtiyacı olan birine verdiğinde, verdiğin 45 Lira değil, cebinde kalan 5 Lira seni mutlu edebiliyorsa bir anlamı oluyormuş paylaşmanın. Necip Fazıl’ın da dediği gibi “Eğer tadını bilirseniz, ekmeği paylaşmak ekmekten daha lezzetli” olabiliyormuş.

Demem o ki, paylaştığımız şey bazen vazgeçtiğimiz şey oluyorsa ve bu birilerinin içini acıtıyorsa paylaşmanın hiçbir anlamı yok. Çünkü öyle durumlarda paylaşmanın hafifliği, vazgeçmenin dayanılmaz ağırlığı altında ezilebiliyor.

4 yorum:

  1. Neslicim, acını kalbimde hissettim :) seninki kadar iz bırakan bir anımı hatırlayamasam da, bu tarz mevzular yaşamışlığım çok var benim de illa ki; bizim kuşaktaki her Türk çocuğu gibi.
    Odamın sık sık misafirlere verilmesi (çünkü misafirin rahat ettirilmesi, benim rahat uykumdan daha mühim!) "paylaşmak" kisvesi altında; sıramın, payımın, hakkımın başka çocuklara verilmesi. Sen büyüksün o küçük idare et, sen koskocaman kızsın (ama senin mahremiyetinin de önemi yok bir yandan, arafta kalmış ergenlik yaşları) şu işleri de sen hallet... Denilerek maruz kaldığım canımı çok sıkan, isyan ettiren bir sürü şey yaşardım günlük hayatımda :(

    İşin kötüsü sürekli bu tarz "görgü kuralları" ve insanlara ayıp olmasın, onların gönlü olsun diye başkalarına verilen önceliklerle büyüyünce bu durumu içselleştiriyoruz.

    Yetişkinliğinizde de hayır diyemeyen, herşeyi sineye çeken, başkalarını rahat ettirmek Mutlu etmek adına sürekli kendimizden taviz veren kadınlara dönüşüyoruz... Çok büyük hatalar zinciri bu olay :))

    Ben de senin gibi düşünüyorum. Çocuklarımın ne istediğini bilen, Hakkını arayan, istemediği şeye hayır diyebilen, kendi mutluluğunu kimseye bağlı olmadan inşa eden ve en önemlisi hayattan keyif alan bireyler olabilmesi için; onların özel alanlarını koruyacağım! Haklarının arkasında şimdilik ben duracağım. Varsın bencil desinler, görgüsüz desinler, düşüncesiz inceliksiz desinler :)

    Ayrıca bence çocukların alanına ne kadar saygılı olursan, örneğin salıncaktan ne Zaman inmesi gerektiği kararını kendine bırakırsan, paylaşmak istemediği eşyasına ne kadar anlayış gösterirsen; bencil değil tam tersi bir o kadar düşünceli ve paylaşımcı oluyorlar...

    Yani sen ne kadar paylaş diye tutturursan eşya o kadar kıymete biniyor, "in" diye diretirsen çocuk o kadar inmek istemiyor :))) aslında bu durum böyle :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hani bir söz var ya, bu konuya uyar mı bilmiyorum da "Herkes kapısının önünü temizlese sokak tertemiz olur" diye. Aslında herkes kendi çocuğunun rahatı için çabalasa, öncelikle kendi çocuğunun haklarına öncelik verse daha sağlıklı bir toplum oluruz sanki.

      Hele ki o bahsettiğin görgü kuralları ve aman başkalarına ayıp olmasın boyunduruğu "hayır" diyememizin en büyük sebeplerinden bence.

      Çocuklarının arkasında durman ne kadar güzel bir şey. Geçen metroda yanımda orta yaşın üzerinde bir kadın oturuyordu. Bi ara telefonu çaldı, oğluyla konuşuyor. Telefon konuşmasından anladığım oğluna para göndermişler, o da teşekkür etmek için arıyor. Kadın bir laf etti çok hoşuma gitti. Dedi ki "Ne demek oğlum, büyüklerin görevi küçükler kendilerini toparlayana kadar onların arkasında durmaktır." dedi. Karşı tarafa hem arkandayım güvenini veriyor hem de kendini toparladıktan sonra dik durmalısın mesajını. Valla içimden tebrik ettim kadını. Helal olsun dedim.

      Valla annem parka pikniğe gittiğimizde çok ısrar ediyor bizimkine hadi git çocuklarla kaynaş, eşyalarını paylaş diye ama artık müdahale ediyorum. Paylaşmasın nolacak, kaynaşmasın, elbet kendi sosyal ortamını yaratacak. Rahat bıraksak daha rahat olacaklar :)

      Sil
  2. Yazıyı duygulanarak okudum.Bisikletli bir tabloyu ben paylaşmıştım.Belki kastın ben değildim ama öyle hissettim.Ben 6 çocuklu bir işçi ailesinde büyüdüğüm için babam bana bisiklet alamamıştı.O kadar kardeşim varken bana bisiklet alınması egoistlikti.Yıllar sonra bisiklet kullanmayı öğrensem mi diye düşündüm ama sanırım vazgeçmiştim,incinmiştim.Resim dersleri aldığımda da yaptığım bisikletli tablo,bana çok iyi geldi.Farklı bir şekilde yine bisikletim olmuş oldu :) Hepimizin çocukluğunda kim bilir ne anılar vardır?Öpüyorum seni :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yok Yurdagülcüm sen değildin o. Oyuncu Anne paylaşmıştı dün, ordan aklıma geldi.

      Senin bisiklet anın da hüzün dolu ama sen mutlu sona bağlamışsın ne güzel :) Hem bisikletin hala olabilir ve bisiklete hala binebilirsin.

      Ben de çok öpüyorum..

      Sil

Değerli yorumlarınız için çok teşekkür ederim.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...