13 Temmuz 2018 Cuma

İnsan insan derler idi, insan nedir şimdi bildim, Can can deyu söylerlerdi, ben can nedir şimdi bildim


Dün; sosyal medyadan takip ettiğim, bir kaç imza gününde görmem dışında hiç tanımadığım bir kadının, hiç tanımadığım eşi vefat etti. Haberi duyunca çok üzüldüm, içim acıdı. Tazecik bir aşk, köklerini bir kalbin içine gömdü ve gitti. O kadın, o acıyı yaşarken, kendisine binlerce mesaj yağdı, sevdikleri kuş olup uzaklardan yanına uçtu. Tanıyan, tanımayan herkes tesellinin bir ucundan tuttu. Ve tüm bunları uzaktan izlerken benim de aklıma yıllar önce yaşadıklarım geldi.


Bundan birkaç sene önce yakın bir arkadaşımın (bir o kadar da uzakmış meğer) kardeşi, doğuma çok az bir zaman kala bebeğini kaybetti. Duyduğumda çok üzülüp, çok ağlamıştım. İkisi de arkadaşımdı. İkisini de severdim. Acılarını hafifletmek için elimden ne gelirse yapmaya hazırdım. O an elimden tek gelen şey, yanlarında olup böyle bir acı nasıl teselli edilir bilmeden, acılarını paylaşma isteğiydi. Ama arkadaşım istemedi. Telefonlarıma cevap vermedi. 

O zamanlar kızım 1,5 yaşında. Eve giderken yol boyu ağladım. Arkadaşlarım acı çekerken çocuğuma nasıl sarılacağım diye kendi kendime vicdan yaptım. Eve gittim, rahmetli kayınvalidem bizde, çocuğa bakıyor. Ona anlattım, ağlıyorum bir taraftan. Kızım bu kadar üzülme, hele ki başkasının acısı için kendini böyle heba etme, sütün kesilecek dedi. Nasıl üzülmem Hamiyet Anne, o kız şimdi kim bilir ne halde diye diye kendimi heba etmeye devam ettim.

Birkaç gün sonra taziye için arkadaşımın yanına gittim. Ben ağlamamak için kendimi zor tutarken ve daha hiçbir şey dememişken o, kibarca beni odadan kovdu. Davranışına anlam veremedim. Acısına verdim. Olayın neden olduğu, nasıl olduğu beni ilgilendirmiyordu ama o, etrafındaki insanların olayla ilgili ona sordukları bütün soruların hesabını bana kesmişti. Her şeye rağmen kardeşinin evine de taziyeye gittim.


Arkadaşımla günlerce konuşmadık. Beni gördüğü yerde yüzünü çevirdi. Böyle bir şekilde ancak “acısını paylaşmayan” birine davranılırdı. Kahve içmeye davet ettim, gelmedi. Neden? Ne oldu acaba? diye kendime sormaktan vazgeçip kendisine sordum. Bana upuzuuuuuun bir mesaj attı. O kadar cümleden hatırımda kalanlar “Beni çok aradın, defalarca aradın” -ki zaten haberi aldığımda üç dört sefer aramış, ulaşamamıştım, bir kısmını da arkadaşlarım merak ettiğinden bana aratmıştı- “BENİM ÖZEL ALANIMA GİRDİN” ve “yine de bu yüzden arkadaşlığımızın bozulmasını istemiyorum” oldu. 

Bana şunu deseydi anlardım. “Aradın, merak ettin, üzüldün farkındayım ama o sıralarda kimse ile görüşecek durumda değildim, yalnız kalmak istedim, kimseyle konuşmak istemedim, o yüzden böyle davrandım” deseydi anlardım. Ben onun için ve kardeşi için böyle üzülmüş, kendimi hırpalamışken, acılarını paylaşmak için çocuğumu bile evde bırakıp yanlarına koşmak istemişken, o bana bunları söylemeyi reva görmüştü.

Dibine kadar seven kalbim, silerken de aynı şekilde davrandı ve o sözlerden sonra o arkadaşımı hayatımdan güzel hatıralarıyla birlikte sonsuza kadar sildi.


Aradan zaman geçti, ansızın kayınvalidemi kaybettik. Çok üzüldüm, çok ağladım. Eşimin acısını, kayınpederimin acısını, diğer çocuklarının acısını gördükçe içim dağlandı. Ve ben yine, onların acısını hafifletmek için elimden ne gelirse yapmaya hazırdım. Ama acı yanı başımda yaşanırken, elimden çok da bir şey gelmiyordu. Eşime mektup yazdım, yanına da bir sürü kağıt koydum, bana anlatmıyorsun bari kağıtlara dök içini dedim. Akşam eve geldiğimde mektup ve kağıtlar bıraktığım yerde yoktu. Mektubu okudu mu, kağıtlara içini döktü mü hala bilmiyorum.

Sonra yine cahil aklımla eşimin ablasına kafasını dağıtsın diye boyama kitapları, renkli kalemler, içini döksün diye defter aldım. Kayınpederime kitap aldım, okusun kafasını dağıtsın istedim. Çünkü benim aklım bunlara yetiyordu. Böylesini biliyordum. Çünkü bana ne iyi gelirse aynısı karşımdakine de iyi gelir sanıyordum. Saatlerce yanlarında ağlamaktansa, kendilerini iyi hissettiren bir yerden dokunayım istiyordum. Çünkü insanın acısını yine insan alıyor sanıyordum.

Çöp kovasına özellikle poşet koymadım, eşim sinirlenir de kovayı tekmeler, acısını sinirini kovadan çıkarır diye. Hiç bir şeye kızmadı, sinirlenmedi, havası inmiş balon gibi yaşamaya devam etti. Baktım hala elimden bir şey gelmiyor, psikoloğa gittim.

Kayınvalidemi kaybettik dedim. Üzüldü başınız sağ olsun dedi. Eşim çok üzülüyor ve benim elimden bir şey gelmiyor, ne yapmalıyım dedim. Yapabileceklerinizin çoğunu yapmışsınız zaten, üstelemeyin, sadece sevginizi gösterin, yanında olduğunuzu hissettirin yeterli dedi. Yas süreçlerinden bahsetti. Ve bizi daha zor günlerin beklediğinden..

Ben böyle acı çekerken kim bilir eşim, diğer kardeşleri, kayınpederim ne kadar acı çekiyordur dedim. Kimsenin ne kadar acı çektiğini bilemezsiniz ve bilmek zorunda da değilsiniz, unutmayın ki siz de bir yas yaşıyorsunuz, sadece kendi acınızı hafifletin dedi. Anneme ya da babama bir şey olursa ben böyle dayanıklı olamam, o zaman napacağım dedim. İnsan, hiçbir acıya kendisini hazırlayamaz ve lütfen şimdiden böyle şeyler düşünüp günlerinizi ziyan etmeyin dedi.

Kayınvalidemin vefatının üzerinden iki sene geçti. O günden beri eşimin sadece dudakları gülüyor. Gözlerinin içindeki gülümseme yok olup gitti. Ve ben hala, hayatın ve ilimin bana öğrettiklerine aldırış etmeden, onun için nafile bir şeyler yapma çabasındayım.


Sonra bir zaman daha geçti. Geçen sene apar topar apandisit ameliyatına alındım. Hastanede korkuyla ameliyata alınmayı beklerken, ya çocuğumu bir daha hiç göremezsem diye türlü senaryolar yazarken eşimin ablası beni aradı ve ben ameliyata girmeden dakikalar önce şunları söyledi: “Neslicim, hastaneye gelirdim de süt almıştım, yoğurt mayaladım, o yüzden gelemiycem” dedi. O an kırıldım mı içim mi yandı şu an tam hatırlamıyorum. Ben yine tüm iyi niyetimle; acısı taze, hastane ortamına giremiyor her halde diye düşündüm. Ama kendisi ev ortamına da 6 gün sonra girdi ve beni 6 gün sonra ziyaret etti. Ve ben, o günden sonra eski ben olmamaya yemin ettim.

Ameliyattan sonra evde bolca düşündüm. Ben nerde hata yapıyordum? İnsanlar mı kötüydü ben mi fazla iyiydim? Ya da benim beklentilerim mi anormaldi? Ya da normal olan benim yaptıklarımdı da, hak etmeyene mi değiyordu uzattığım eller?

Hani dünyayı iyilik kurtaracaktı? Hani iyilik bulaşıcıydı? Yoksa ben iyilik yaptığımı zannederken kötülük mü yapıyordum insanlara? diye diye düşünürken, düşünmekten vazgeçtim. Ben kendimce doğru olanı yapıyordum. Sevgi pıtırcığı falan değildim ama birilerinin hayatına -özellikle de ihtiyacı olan anlarda- iyi anlamda dokunmak istiyordum. İnsanlar da benim ihtiyaç duyduğum anlarda yanımda olsun istiyordum. Ama öyle bir dünya olmadığını gördüm.

Sonrasında herkesin sevgiyi ve ilgiyi anlama düzeyinin farklı olduğunu fark edip, ona göre davranmaya başladım. Henüz çok başlardayım, okumayı yeni söken çocuklar gibiyim. Zorlanıyorum, kimseden destek almıyorum ama başaracağıma inanıyorum. Ve gün gelecek ben de, sular seller gibi okuyacağım öğrendiklerimi..


Ama hala bir yanım tutuk, eşimi bile severken korkuyorum. Ya severken bokunu çıkarırsam diye. Birine içimi açmaktan çekiniyorum. Ya en zayıf yerimden yakalayıp vurursa diye.

Birkaç dostum var, sadece onlar olsa hayatımda yeter deyip kapattım kapılarımı. Ama kimsenin suratına hoyratça değil.

Kızımı bana benzetiyorlar. Tip olarak evet aynıyız ama bazı huyları da bana benziyor. Mesela evcilik oynarken bile kurduğu masaya çiçek koyuyor. O yüzden yavrum için tek dileğim var, Allah onu hep kendi gibileriyle karşılaştırsın.


Fotoğraflar: Erhan Cihangiroğlu

10 yorum:

  1. Canım benim... altin kalpli, ruhu temiz dostum, kiz kardesim...

    YanıtlaSil
  2. Yok, iyilik yapıyordunuz, kötülük değil. Olması gereken şekilde davranıyor, insani duygularla hareket ediyordunuz. Vicdan sahibi, yüreği sevgiyle dolu normal bir insan, bir dost, bir kardeş gibi. İyi bir insan nasıl davranması gerektiğini empati kurarak bulur çünkü. Siz bunu yapıyordunuz. O nedenle de kendinizi sorgulamayın, şüphe duymayın.
    Güzel kararlar almışsınız. Bazen kapıları nazikçe kapatmak, ne kadar yakının olursa olsun yok saymak, çizik atmak, bu tür toksiklerden arınmak gerekir. "Önce ben" demeyi öğrenmek zorundayız ki ruh sağlığımız sekteye uğramasın. Değil mi ama;)

    Sevgiler Nesli :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. “Önce ben” demeyeli o kadar uzun zaman olmuş ki, hatırlarken zorlanıyorum. Ama evet, hem beden hem de ruh sağlığımız için gerekli şeyler bunlar.
      Benden de sevgiler :)

      Sil
  3. nesli ben de senin tam tersinim. hemen geri çekerim kendimi, baş sağlığı dileyemem, geçmiş olsun diyemem..sadece konuşursa dinlerim, anlat diyemem, ağlarsa birlikte ağlarım, ağlamazsa gözüne görünmeden ağlarım. neşelensin diye ince düşünemem, akışa-zamana bırakırım. benim başıma gelince de kabuğuma çekilirim. sen yanlış yapmıyorsun, çabana hayran kaldım. ama insanlar çeşit çeşit işte, herkesin acıyı yaşayışı farklı..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Herkesin acıyı yaşayış şekli tabi ki farklı, olmalı da. Ama acıyı/zorluğu yaşayan birine uzatılan eli itmenin ya da kabul etmenin de bir inceliği olmalı.

      Sil
  4. Ben de biraz yapı olarak sana benziyorum sanırım.Fazla duygusal olunca kırılgan da oluyor insan.Öyle olunca da yıpranıyor.Duyguları bu kadar abartılı yaşamamayı öğrenmek gerek diye düşünüyorum.Beni istediğin her zaman arayabilirsin canım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İnsanı insan yapan duygularıdır diye düşünürüm hep. Ya biz duygularımızı normal boyutta yaşıyoruz ya da bazı insanlar o boyuta erişememiş henüz. Abartılı yaşamamak demeyelim de, kendimizi yıpratmadan duygusal yaşamayı öğrenmeliyiz kesinlikle. Sen de beni istediğin zaman arayabilirsin :)

      Sil
  5. Merhaba, bu yazıda bahsi geçen ve kardeşi bebeğini kaybetmiş kişi benim. Tek taraflı dinlediğiniz bu hikayede, bebeğini kaybetmiş bir anne de var. Ve onun bu hikayesini dünya alemle paylaşman, bir gün okursa ne kadar çok üzüleceğini düşünmemiş olman çok kötü. Ya da belki de düşündün. Sonuçta benim okuyacağımı biliyordun. Sonuçta onlarca ortak arkadaşımızın okuyacağını da biliyordun. Beni sevmediğini, haklılığını falan filan dünya ile paylaşabilirsin. Ama lütfen rica ediyorum, kardeşim henüz bu yazıyı görmeden düzeltmeni yap. Çünkü bebeğini kaybetmenin, ve bu kaybı değişik şekillerde hatırlamanın, başkaları tarafından hatırlatılmasının senin tarafından hiç anlaşılmadığı aşikar. Kanada'ya gelmeden senin odana gelip sarılarak vedalaştığımda bunları bana da söyleyebilirdin üstelik. Keşke söyleseydin..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öncelikle şunu söyleyeyim, bu yazıda isim vermediğim halde tek özneyi kardeşin sanman ve onun hikayesini dünya alemle paylaştığımı düşünüp onun okuduğunda üzüleceğini düşünmemiş olmamı düşünmen kalbe ve akla sığmayan kötülükte bir düşünce. Benim kalbim henüz bu kadar kararmadı. Öyle bir şeyi hiç düşünmedim. Böyle düşünmek senin sorunun.
      Kaldı ki blog da benim özel alanım ve burada ne yazıp ne yazmayacağıma ben karar veririm. Senin okuman ya da ortak arkadaşlarımızın okumuş olması da çok umrumda değil, ben bu yazıda kendi özeleştirimi yapıp yaşadıklarımın bana hissettirdiklerini ve aldığım dersleri yazdım.

      Seni sevmediğimi, haklılığımı dünya alemle paylaşmak gibi bir niyetim de yoktu. Okuyan herkesin bana hak vermesi ya da vermemesi ya da bir başkasını haklı bulması kimsenin hayatında bir şey değiştirmeyecek. Keşke kendini bu kadar önemserken, kırdığın kalpleri de azıcık düşünebilseydin.

      Acılar yaşanır ve bir şekilde kabullenilir. Herkes acısını yaşadı ve bir şekilde bunu kabullendi. Ve eminim acıyı yaşayan herkes de içinde bir yerlerde o acıyı yaşatacak. Benim yazmam ya da onun okuması, ya da bir filmin/bir şarkının hatırlatması kimsenin acısını tazelemez. Onlarca ortak arkadaşımız okuduysa ve sen onlar sayesinde haberdar olduysan, bence benim yazdıklarımı değil, kendi arkadaşlarının niyetini ve kendini sorgula.

      İçimde bu kadar nefret olsa, dediğin gibi gitmeden önce seninle sarılarak vedalaşmazdım. Çünkü bana yaşattığın tüm duygulardan sonra, ben seni zaten çoktan uğurlamıştım.

      Daha fazla polemiğe girmeyelim lütfen. Sevgiler..

      Sil

Değerli yorumlarınız için çok teşekkür ederim.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...