Bir yaz tatilinin daha sonuna gelmiş
bulunmaktayız. Bir önceki postumda, her sene ajandamın ilk sayfasına "görmek
istediğim yerleri yazıyorum" demiştim. Bu seneki rotamızı yine ajandama
yazdığım yerlere çevirdik. Karadeniz hariç çoğunu görmek nasip oldu çok şükür.
Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Her ne kadar eşim gitmek istediğim her yere beni götürmüş ve havadan yardım atan helikopter misali, bizi beldenin ortasına bırakıp "işte görmek istediğin yer burası" diyerek gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi etrafa bakmama sebep olsa da, sağ olsun beni kırmadı ve bilmem kaç bin kilometre yol yapıp bizi oralara götürdü. Buradan kendisine teşekkürlerimi iletiyor, bir sonraki tatilde gideceğimiz yerlerin kaç kilometre olduğunu hesaplamak yerine "gezilecek, görülecek yerlerini" göz ucuyla da olsa araştırmasını rica ediyorum.
Geçen seneki tatilimizi Datça ve çevresinde geçirmiştik. Bu sene
biraz daha rotayı genişlettik. Urla, Alaçatı, Sığacık, Seferihisar, Özbek Köyü ve Şirince'yi haritadan işaretledik. Sonrasında Bodrum ve Erdek ile tatili tamamladık.
Tatil rotamızın ilk durağı Urla oldu. İzmir'de doğmuş ve çok sık
olmasa da İzmir'e arada sırada gitmiş biri olarak İzmir'in ilçelerini hep çok
merak etmişimdir. Urla da bunlardan biriydi. Ne yalan söyleyeyim Urla'ya çok
büyük beklentilerle gitmiştim. Belki de konakladığımız bölgeden dolayı Urla'yı
pek sevemedim. Kalabak mevkinde kaldık ve inanılmaz bir rüzgarı vardı o
bölgenin. Doğal güzellik adına pek bir şey göremedim. Varsa da rüzgar silip
süpürdü zaten. Seneler önce Kavak Yelleri dizisinin Urla'da çekildiğini
duyduğumda dizinin çekildiği yerler bana çok şirin gelmişti. Ama ne yazık ki ne
instagram fotolarında gördüğüm tonları, ne de dizideki samimi yaşantıyı orada
göremedim. Yine söylüyorum, belki de hayal ettiğim güzellikleri göremeyişim de eşimin de payı olabilir. :)
Eşime “Urla’da sanat sokağı çok
meşhurmuş, oraya da gidelim mi?” dediğimde, “Ya iki keko bi duvara üç beş resim
çizmiştir, adına da sanat sokağı demişlerdir” dedi diye kızmıştım. Az bile
söylemiş. Sanat adına, her sayfiye yerinde olan hediyelik eşya dükkanları
dışında ve bir kaç antikacı dükkanından başka pek de bir şey göremedim doğrusu.
Ve şunu da anladım, nereye gidersek gidelim tarihi binaların restore edilip
otel ya da cafe olmasından müthiş keyif alan bir milletiz.
Urla’nın sağını solunu gezdikten sonra bir günümüzü
Alaçatı ve Sığacık’a ayırdık. Alaçatı senelerden beri görmek isteyip de bir
türlü görmek kısmet olmayan yerlerden biriydi benim için. Beklentimin çok ama çok
üstünde beni karşılayıp, uğurladı. Evlere, cafelere, otellere bayıldım. Öğle
vaktinde gitmemize rağmen sokaklar bomboştu. Alaçatı’ya gelen gündüz sörf yapar,
akşam da eğlenirmiş. Akşamki hareketli halini göremesek de ben Alaçatı’ya
ba-yıl-dım.
Yıllar önce internette Alaçatı otellerini gezerken Kurabiye
Otel diye bir oteli keşfetmiştim. İsminin Kurabiye Otel olması da beni ayrı bir
cezbetmişti. Otel sahiplerine mail atıp otellerini bloğumda paylaşmak için izin
istemiştim, seve seve kabul etmişlerdi. Hatta kuzenim, benim blogda görüp o
otelde kalmıştı.
Gel zaman git zaman otelin sahibesi Perihan hanımla mail
ortamında sohbetler etmiş, inceden bir dostluğumuz oluşmuş, hatta kendisi bana
gurur veren sürpriz bir teklifte bulunup, yakın bir arkadaşlarının Alaçatı’da
açacakları cafe-barlarına kendi tariflerimden oluşan bir menü hazırlamamı rica
etmişti. Aradan seneler geçti, Alaçatı’ya yolumuz düştü ve bir sürpriz de biz
yapalım, Perihan Hanımı ve sevgili eşi Mehmet Ali Beyi kapıdan da olsa bir
ziyaret edelim dedik.
Ne yazık ki İstanbuldalarmış.. Otelin çalışanları bizi
içeriye buyur edip, gezdirdiler. Ne mutlu bana ki filtreli fotolarla janjanlı
mekanların instagramda kol gezdiği bir dönemde; kalitenin, kendine özgülüğün ve
sevimliliğin aktığı bu oteli de dünya gözü ile görme fırsatım oldu.
Sığacık, Seferihisar’a bağlı bir mahalle. Ama son
yıllarda o kadar popüler olmuş ki, Sığacık’ı ilçe zannedenler bile oluyormuş.
Küçük, şirin bir yer. Biz burada gezmekten çok denize girmeyi tercih ettik.
Akkum plajı diye bir plajı var. Denizi harika.
Sığacık’da yürürken gözüme Seferihisar
Belediyesi’nin billboardları takıldı. Çocuklara gereken değeri verdikleri için
kendilerini yürekten alkışladım.
Aslında rotamızda Karaburun da vardı ama hem
sıcaktan hem de yorgunluktan Karaburun’u es geçtik. Kendisi, bir başka sene görülmek üzere
ajandama tekrar yazıldı.
Urla’da iki gün boyunca Özbek Köyü’nde yer alan Ilıksu
Askeri Kampına gittik. Özbek Köyü de görmek istediğimiz yerler arasında yer
alıyordu. Bu köyü de çok sevdik. Yolu biraz sapa. Patika yolda araba
kullanıyorsunuz neredeyse. Ama köyün sonundaki askeri kamp bir harika. Kampa giderken yol boyu ışıklandırma yok. Ama güneşin
batışı muhteşem. Midyeleri çok lezzetli.
Urla’nın içinde belki de en sevdiğim yer İskele
oldu. Bir akşam yemeğe gittik. Biraz Bozcaada’yı andırıyor. Sokak arası
meyhaneleri, canlı müzik yapan restoranları falan var. Balığı harika.
Urla’da beş gün kaldıktan sonra tırım tırım gezme
modundan, kocamın asıl istediği tatil olan deniz-kum-güneş-uyku modu olan
Bodrum’a geçtik. Bodrum’a gitmeden önce bana göre yolumuzun üstünde, kocama
göre dağın başında olan Şirince Köyüne gittik. Eşim şu konuda gene haklı çıktı.
İnsanlar o kadar yolu sırf şarap ve harabe ev görmek için geliyorsa ve halkı da
dağın başındaki bir köyü turistik bir hale getirdiyse helal olsun valla dedik.
Şarapları çok güzel evet. Harabe evleri uzaktan bakınca kartpostal gibi, ona da
evet. Ama bir daha gider miyim? Hayır.
Kilisenin ordan manzara çok güzeldir dedikleri için
kiliseye çıktık. Çocukla çıkmak biraz zor oldu, çünkü yolları kırpıntı taş.
Keşke Arnavut kaldırımı olsaydı ona da razıydık. Ama dedikleri kadar
vardı. Manzara çok güzel.
Turistler çılgın gibi fotoğraf çekiyor. En tepedeki
kafeler bile tıklım tıklım. Biz daha aşağılarda bir yerde oturup meşhur kabak
çiçeği dolması ve gözleme yedik.
Dükkanları gezdik, meyve şaraplarından aldık ve ben bolcana şarap tattım. Hepsi nefisti.
Şirince Köyünden sonra, Bodrum'un yolunu tuttuk. Bodrum deyince zaten hemen herkesin aklına mavi
pencereli küçük beyaz evler gelir. Hala öyle ama şimdi o mavi pencereli küçük
beyaz evler lego misali dağların tepelerine de yerleşmiş. Görüntü olarak çok
güzel ama alt yapı nasıldır hiç bilmem.
Bodrum’da kaldığımız otel Bitez’deydi. Bodrum’a göre
nispeten daha sakin bir köy Bitez. Bu arada hem Urla ve çevresinde hem de
Bodrum’da dikkatimizi çeken bir şey oldu. İşletme sahipleri, ucuz işçi
çalıştırma politikasıyla turizmden anlamayan bir sürü insanı işletmelere
doldurmuş. Yıllar önce Bodrum’a geldiğimde çok tok esnafı vardı. Şimdilerde
(dövizin de yükselmesiyle) ne koparırsam kar mantığı ile insanlara
yaklaşıyorlar. Bu hem kaliteyi düşürmüş, hem de güveni.
Bitez’in denizini hiç beğenmedik. Sığ bir deniz ama
berrak değil. Özellikle kıyıya yakın yerler balçık. Az da olsa dalga var ve
yine Urla’daki gibi rüzgar çok.
Ben daha önce Bodrum’a geldiğimde Zeki
Müren’in müze olan evine gitmiştim. Bu sefer, eşimin ve kızımın da görmesini istedim. Bir öğleden sonramızı Bodrum'un merkezine ayırdık ve sanat güneşimizin müze
haline gelmiş evini ziyaret etmek için Bodrum’a indik.
Bitez’den gelip de Bodrum’da Bitez dondurması yiyen ender varlıklar olarak ilk önce Bitez dondurmacısına gidip dondurma yedik. Favorim mandalina, karadut ve gül oldu.
Bitez’den gelip de Bodrum’da Bitez dondurması yiyen ender varlıklar olarak ilk önce Bitez dondurmacısına gidip dondurma yedik. Favorim mandalina, karadut ve gül oldu.
Bodrum'u hep sevmişimdir. Havasını, doğasını, evlerini hep yaşanabilir bulmuşumdur. Bodrum’da gezerken rahmetli Türkan Saylan’ı yad ettik. Ve Zeki Müren’in evine
vardık.
Daha kapıdayken bile insanı hüzün ve minnet
kaplıyor. Bütün servetini Mehmetçik Vakfı ve Türk Eğitim Vakfına bağışlayan bu
ulu sanat güneşini rahmetle anıp, müze olan evini dolaştık. Şıkırtılı sahne hayatının yanında mütevazı ev yaşamı, bir kez daha kendisine olan hayranlığımızı arttırdı.
Akşama doğru evli evine köylü köyüne deyip, köyümüz Bitez’e döndük. Bitez’in gündüzündense gecesini ben daha çok sevdim. Sahil boyu restorantlar var. Ve hepsinin konsepti farklı. Balık, kırmızı et, pizza, hamburger ne ararsanız. Ve her mekanın kendine özgü dekorasyonu ve müziği var. Latin müzikleri ağırlıkta. İyi ki de öyle. Çünkü o dokuya ben latin müziklerini çok yakıştırdım.
Biz Bodrum’daki oteli Ets turdan ayarlamıştık. Bir
görevli otelde mutlaka bulunuyor. Kendisi ile görüştüğümüzde Bitez’in
denizinden müşterilerin çoğunun memnun kalmadığını, dilersek Akyarlar tarafına
gidip oranın denizini görmemizi tavsiye etmişti. Bodrum’daki son günümüze
Akyarlar’ı dahil ettik.
Gerçekten de söylenildiği gibi Akyarlar’ın denizi muhteşem. Pırıl
pırıl bir denizde yüzmek harika. Akyarlarda
(Karaincir) halk plajına gittik. Halk plajının iki yanı da ücretli plaj.
Çocuğun tuvaleti geldi. Otoparka umumi bir tuvalet koymuş belediye, o da
zincirlenmiş. Ücretli plajın tuvaletine götürdüm mecburen çocuğu. Tuvaletten
çıkınca garson bizi gördü. Siz bizim plajda değilsiniz galiba dedi. Evet halk
plajındayız dedim. Tuvaletimizi kullandınız ama dedi. Evet çünkü halk plajının
tuvaleti yok, ücreti neyse vereyim dedim. Yok ondan değil de patron da buraya
arıtma su getiriyor, yatırım yapıyor para gidiyor dedi. Tamam kardeşim
tuvaletinin ücreti neyse söyle vereyim dedim. Bu hala söyleniyor. Napsın
millet? Tuvaletini nereye yapsın dedim. Denize yapsınlar dedi. Kakasını napsın
dedim. Onu da denize yapsın dedi. Dumur oldum dumur. Bahsettiğim turizmdeki
ucuz işçi politikası tam da buydu. Belediye halk plajı yapmış sağ olsun ama
umumi tuvalet zincirli. Fotoğrafını çekip belediyeye gönderecektik ama toprak
otoparktan çıkarken telaştan unuttuk.
Bodrum’da yediğimiz Bitez dondurmasının tadı öyle
damağımızda kaldı ki, Bitez de neredeyse iki günde bir köyün içindeki Bitez
Dondurmacısına gidip dondurma yedik. Artık on top mu yedik, yirmi top mu yedik,
otuz top mu yuvarladık bilmiyorum.
Bir hafta kaldığımız Bodrum’dan sonra rotayı Ege’den
Marmara’ya çevirip bayramda ailemizle birlikte olalım diye Erdek’e geçtik.
Erdek benim 6 yaşımdan beri gittiğim bir yer. Babamın son görev yeri Savaştepe
olunca ve hafta sonları sık sık Erdek’e gidince ve çok da sevince, emekli
olunca Erdek’ten yazlık aldı. Çocukluğumun, gençliğimin yazlarının geçtiği
yerdir Erdek.
Bu sene çok değişmiş gördüğüm Erdek'i. Daha doğrusu gelişmiş. Sahil boyu bir sürü yeni yerler açılmış. Erdek'in tek sevmediğim tarafı esnafı. Gülmesini bilmeyen dükkan açmasın sözünü duymuş olsalar değişirler belki.
Gezmeli, dinlenmeli, denize girmeli, bol yemeli-içmeli, iki kitap bitirmeli bir tatil oldu benim için.
Herkese iyi tatiller ve ağız tadıyla yeni tatiller nasip etsin Allahım..